20 Mayıs 2010 Perşembe

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Fil Uçuşu'nda, sonrasında da Oray Eğin'in yazısında kitapla ilgili okumuştum. Çok merak ediyordum. Ama elimde bekleyen çok kitap var diye çok da oralı olmuyordum. Ta ki, arkadaşım için verdiğimiz siparişten hemen sonra kütüphane haftası nedeniyle yüklü bir indirim alıp arkadaşımın bir kitabı da sen seç demesini fırsat bilene kadar.

Ödünçcü insan oldum bu ara. Kitaplığımızın giderek genişleyen boyutları ve kitap harcamalarımızın oluşturduğu kalemdeki irilik, bu yöne itiyor beni. Çok beğendiklerimi edinme kararıyla beraber uygulamama devam ediyorum.

Romanda Oskar'ın hikayesinden çok büyükanneli, büyükbabalı bölümlerden etkilendim.

Kitaptan:
"Dünyayı kurtarmak isterdi babam. Öyle biriydi. Ama ailemizi tehlikeye atmazdı. Öyle biriydi. ... O kış saçları beyazlamıştı. Kar sanmıştım ben. Her şeyin iyi olacağına söz vermişti. Çocuktum ama herşeyin iyi olmayacağını biliyordum. Bunu bilmem babamı yalancı yapmadı. Babam yaptı." (s.208).

Kitabın sonu ikiz kulelerden atlayan insan görüntüsüyle son buluyor. Hiç bir zaman insanlar çaresiz kalmasın, kaldıklarını sandıklarında çare sizsiniz diyen yalancı olmayan baba olanlarla karşılaşsınlar.

Kitap sonrası,
Savaş olmasın, hiç bir çocuk babasız kalmasın istiyorum.
Tekrar New York'a gitmek. Central Park'ta dolanmak istiyorum.
Botlarım hiç ağırlaşmasın istiyorum.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Çavdar Tarlasında Çocuklar.

Lise yıllarımda ingilizce dersinde okuduğum bir kitaptı. Salinger'in ölümüyle tekrar okumaya niyetlendim. Derste okurken kitabın Gönülçelen çevirisinin de sınıfta dolaştığını anımsıyorum. Bu çevirinin daha iyi olduğuna ilişkin yorumlar da okudum.
Lakin benim sözlerim Çavdar Tarlasında Çocuklar çevirisi üzerine.

Beynin gücüne bir kez daha inandım. Gereksiz gördüklerini arkalara atıyor. Ama ayıklamıyor. Kaçtır beynim senin disk kapasiten? Kitabı okudukça anımsadım da anımsadım. Hep beynimde ön tarafta tuttuğum ama nerden yerleştirdiğimi bilmediğim, odada tırnak kesme sahnesi ve kahramanın arkadaşına "kesme tırnaklarını gece onlara basmak istemiyorum" uyarısı da bu kitaptan kalmaymış!

Gene dar zamanlı bir kitap, Oyuncu'da da böyleydi. Epi topu bir kaç gününü anladıyor yazar Holden Caulfield'in.

Yazarın kardeşiyle ilişkilerini anlatan kısımlarda çok kendimi buldum.

Kitabın resmi ve arka sayfa yazısı yok. Yazarın kuralıymış. Yazarın diğer kurallarıysa, Doğan Hızlan'ın Hürriyet Gazetesi'ndeki listesine göre şöyle:

"PEKİ onun kitaplarını basabilmek için hangi kurallara uymak gerekiyor? Onun hangi özel koşullarını yerine getireceksiniz? Özel koşul deyince aklınıza kapris gelmesin, Salinger'ın tek derdi metin ile okuru baş başa bırakabilmek.

Nedir bunlar? Okuyalım.

Yazarın adının büyüklüğü, kitabın üzerindeki kitap adının büyüklüğünü geçemez. (Yazarın adına yatırım yapıp kitabı o açıdan satamazsınız.)

Kitabın ön ya da arka kapağına kitabın satışını artırıcı reklam, resim, fotoğraf, yazar fotoğrafı vb. koyamazsınız. Düz bir renk olacak. (Renkli, fotoğraflı albenili kitap kapağı için değil, kitabı metni için almalı okur.)

Kitabın ön ya da arka kapağına, kitabı ya da yazarı övücü bir metni bir yana bırakın, hakkında tek satır bile koyamazsınız. (Yazarın metni değil, arka kapakta satış artırıcı, okur tavlayıcı reklam metni ile okuru kandıramazsınız.)

Kitabın içine yazarın biyografisi, kazandığı ödüller, okuduğu okullar vb. hiçbir bilgi koyamazsınız. (Okur sadece metinle ilgilenmelidir)

Kitabın üzerine kitabın kaçıncı baskı olduğu uyarısı koyamazsınız. (Bestseller bir kitap olduğundan yararlanarak okura ulaşamazsınız.)"


Listeyle de ilişkilendirilebilecek beni etkileyen satırlardan bir örnek: "Olgunlaşmamış bir insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir (s.176)."

Holden kitap boyunca sorup soruşturuyor, Central Parktaki göl donunca ördekler nereye gidiyor diye. Sahi nereye gidiyor ördekler göl donunca?

Şimdi de liselerde bu kadar iyi seçimler yapıyorlar mı acaba?

Kitapta bize anlattıktan sonra Holden şöyle diyor: "Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra".

198 sayfa.

Ahh Türkan ahhh...


Bu okuyup, düzenli yazmadığım için arada kaynayan kitap. Türkan Saylan hiç arada kaynayacak kadın mı sarıçizmeli!

Daha önceki Türkan Saylan kitaplarından sonra, isteksizmiş Ayşe Kulin farklı bir şey yapamama endişesiyle. Sonra Türkan Hanım'In arkadaşı Gökşin'le mektupları ortaya çıkınca yazmaya başlamış kitabı. Beni de okurken bu mektuplaşmalar çok etkiledi.

İnandığı uğurda çabaları sonsuz Türkan Saylan'ı zaten biliyordum da, cüzzamı, cüzzamı yok etmek için yaptıklarını, cüzzamı yenen kadının geleneksel türk erkeği karşısında yenilmesini, oğullarına babalarını kızdırmamaları için verdiği salıkları, eski kocasına taktik oyunlarını, ilk aşkını, aşkın aslında dostluk olduğunu, hastalığının ortaya çıkışında Erkan Topuz'dan tedavi görmesini, iyileşen cüzzam hastalarına iş bulmasını, "gavur" olan annesinin ibadetlerini kitaptan öğrendim.

Oğullarının isimleri Çınar ve Çağlayan. Şimdilerde pek moda olan Çınar ismi yıllar öncesinde çok farklı bir isim. Bazı kadınlar nasıl da güzel başarıyor nadir kullanılan güzel isim bulma işini.

Gider ayak yaşadıkları hep aklımda, yaşadıklarıysa modelim olacak Türkan'ın mekanı cennet olsun.