Ödünç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ödünç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2013 Çarşamba

Alper Canıgüz


Bu sene tanıştığım yazarlardan Alper Canıgüz. UE'nin 5 yaşını tamamladığı sene kitabı okumuş olmam sadece bir rastlantı mı? Oğullar ve Rencide Ruhlar ile başladım ben.

Galiba ben biraz Ninem çağı romancısıyım. Evet sevimli, hoş, ilginç. Ama bana bir kitabı yeterli.

2 Nisan 2012 Pazartesi

Baharda Yine Geliriz

Ben Barış Bıçakçı'yı çok seviyorum diye kızların doğumgününde Yaso getirdi bana Baharda Yine Geliriz'i. Başladım, beğenmedim, bırakmayı düşündüm, bunu O'na yapma dedim.
Eğer ki ben Bıçakçı'yı bu eseriyle tanımış olsaydım bir kitabını dahi okumazdım sonrasında.
2 sayfalık öyküde anlatım yeteneği büyüleyici olsa da (kitabın beni etkileyen iki öyküsünden biri Anlamayan Kadınlar), Ulus'taki Akman Pastanesi'ni pek güzel anlatsa da (diğer etkileyen öykü de Pastane) her zaman çok iyi kıvırdığı sıradanı demleyerek anlatma becerisinin bu eserinde  yerinde yeller esiyor. Yeller dedimse elbette ki Ankara Rüzgarları. Gene Ankara hep Ankara...

Sevgili Bıçakçı böyle yazacaksan ne baharda gel ne kışta.

21 Mart 2012 Çarşamba

Her Temas İz Bırakır

NE'ye hamileliğim sırasında pazar akşamları görüp geçiyordum Behzat Ç.'yi. Doğuma yakın sardırdım. Sezon sonuna kadar. Gerçi sezon finalini izleyemedim. Yeni sezonda özetle izledim sezon finalini. Saati 10'a kaydırılınca da aramızdaki gelgitli ilişki sona erdi diziyle.

Halamız çocuklara beraber baktığımız bir iki günlük süreçte gezinirken almıştı yazarın kitaplarını. Bu aralar bolca tez okuması yaptığım için (onlar da çok yakında bu sayfada olacak) araya hafif birşeyler koymak istiyordum. Her Temas İz Bırakır'ı ödünç aldım ondan.

Çocukların ikisinin de hasta olduğu haftasonuna denk geldi. Bir o ağlar bir öteki vızlar. Biri emmek ister diğeri uyurken başımda bekle der. İşte hem onların isteklerine cevap vermek hem de bu parçalı bölüklü zamanı değerlendirmek için harika bir kitap oldu. Bir cumartesi başladım ertesi gün pazar akşamı dizi saatine bitmişti kitap.

Ben komünistim kardeşim, saklarım.* Ve vosvos falı kitaptan öğrendiklerim (yazar da kitabı yazarken öğrenmiş bunları). Bir de eavine temizliğe gelen adı Gülsün olan kapıcının eşine Gülsüm diye sesleniyor Behzat Ç. . Aynı hatayı bir kez daha tekrar edip kadın bozulunca kapıcıyla durumu paylaşıyor. Kapıcı ha Gülsüm ha Gülsün ne farkeder diye cevaplıyor. Bu sahne de çok etkiledi beni. 

İlk defa polisiye okuyorum. Anlatılan polisiye öykü benim gibi ilk kez okuyan biri için bile eh işte. Ama karakterler hele de Behzat Ç. çok yaşıyor. Diziden daha başarılı bence kitap. Ama diziyi 2 saatte izleyip paralel olarak yemek de yapabiliyorsunuz. Kitapsa bir günümü aldı.  Benim kitap zevkime göre polisiye ilgi alanımın dışında kalıyor. Emrah Serbes kitabınız çok güzel olmuş ama Barış Bıçakçı'nız(eserlerini peşisıra okumalara doyamadığım ve gene Ankara'yı anlatan yazar olduğu için onu örnek verdim) var mı durumu özetliyor.

* Reha Mağden'in ünlü bir sözü. Aranan birilerini evinde sakladigi için gözaltına alındığında polise verdiği ifade: "Ben komünistim kardeşim, saklarım!".

İletişim Yayınevine de hem tez okumalarımda Devlet ve Kapitalizme ilişkin kitapları hem de Barış Bıçakçı, Emrah Serbes gibi yeni yazarları bizlere ulaştırdığı için kocaman bir iyi ki varsın.
     

20 Mart 2012 Salı

Kalp Ağrısı





İpek Çalışlar'ın Halide Edip biyografisini okuduğumdan beri aklımda Halide Edip kitabı okumak vardı, ama sıra gelmiyordu. Yazın yazlığa götürdüğüm kitaplarım tükenince annemin kütüphanesine el attım. Daha önce yazdığım üzere önce Muz Sesleri'ni okudum, peşi sıra da Kalp Ağrısı'na başladım. Genelde NE'nin emme saatlerini süsledi. Ama sonrasında Ankara'ya dönüş vakti geldi, kitabı yazlıkta unuttum. Sonra annem gelirken kitabı beraberinde getirdi. Böylelikle kitap 2011'den 2012'ye köprü vazifesi gördü.

Azize ve Zeyno yakın iki arkadaş. Zeyno Doktor Saffet ile nişanlı. Azize'lerde Azize'nin akrabası Hasan Beyle tanışır. Olaylar şekillenir.i Hasan ve Zeyno birbirine aşık olur. Ama Azize de Hasan!a aşıktır. Azize'nin intiharı ve çok hastalanması üzerine Azize ve Hasan evlenip tedavi için Viyana'ya giderler. Viyana'da bir de Avrupa kadını Dora eklenir hikayeye. Zeyno bu şekillenme öyküsünü babasına anlatır ve roman böyle başlar. Hele Azize'nin sahneleri tam bir kalp ağrısı:)) Fazla ağdalı. Kitap bir klasik olmadığına göre döneminde değerlendirmek gerek. O dönem için muhtemelen tercih edilen tarz budur. Ama Zeyno'nun yasak sayılabilecek aşkını babasıyla paylaşabilmesi, Avrupa kadını üzerinden değerlendirmeler, evlilik ilişkisi üzerine bakış, evlilik değil kadın ve erkeğin kafalarının denkliğinin önemine vurgu bırakın dönemi günümüz için bile oldukça iddialı. Halide Edip kendi yaşantısını eserlerine yansıtmış bir yazar. Adnan Adıvar ile de bir aşk evliliği yapmıyor. Belki de kendi evliliğini bu kitapta irdelemiştir, kimbilir.

Okuma hikayeniz belli bir olgunluğa eriştiyse, Halide Edip'e özel bir merakınız yoksa, bir araştırma yapmıyorsanız ben pek yaklaşmayın derim. Kalbiniz ağrımasın...

23 Aralık 2011 Cuma

TOL - Bir İntikam Romanı

2008 yılıydı, kardeşim çok güzel bir roman diyip verdiğinde. Okumak istediklerim, yazarı bilmemem ertelememe neden oldu. 2011'e imiş kısmet.

 TOL, bir intikam romanı yazarının deyimiyle. "Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi" diye başlayan roman insanı çabucak bir hızla sarıyor. Hızla sardığından belki kurgu karmaşasını bırakıp çıkamıyorsunuz, sarıldınız artık... Gene yazarın betimlemesiyle bir fermuar çeker gibi giden trenin İstanbul'dan Diyarbakır'a yolculuğunca sürüyor roman.

Kitabı muhteşem bulanlar çoğunlukta. Ben o sınıfta değilim. Sadece güzel buldum. Ama Har'ı da okuma hevesi yaratmadı bende. Aralardaki öyküler çok güzel. Kimi kelime oyunları, kimi betimlemeler de.

Artık devir değişti diyenlere:
Zaman değişir mi? Zaman neden değişsin? ... Zaman hep değişir zaten bize ne? (S.250).

18 Ekim 2011 Salı

Muz Sesleri

Hayatımızın rutinlerinden olan pek çok şeye ilişkin detayları bilmeyiz çoğu zaman. Zeytin.  Ben Egeliyim. Bahçelerdeki zeytin ağaçlarına çok soruluşunu duymuşumdur, yeşil zeytin ağacı mı, siyah zeytin ağacı mı diye.
Keza benim bayıldığım bir meyvedir muz. Annem önüne muz arkasına muhallebi koyarak tamamlamış katı gıdaya geçişimi. Eskilerde çok pahalı olduğunu bilirim de, çuk çuk çuk diye kırıla kırıla olgunlaştığını bilmezdim muzların. Ta ki, Ece Temelkuran'ın Muz Seslerini okuyana kadar.

Elimdeki kitaplar bitmişken annemin kitaplığında buldum. Aaaa, sen bunu okumuş muydun şaşkınlığıyla. Daha önce okuyamayanlar, benin Temelkuran ön yargım nedeniyle ilk çıktığında çok da ilgilenmemiştim kitapla. Ama okuyacak başka şey olmayınca başladım bakalım nasılmış diyerek. Güzelmiş. Roman kurgusu zayıf olsa da, zaten kelime cambazı olduğunu bildiğim Ece, burada da döktürmüş. Hele ki Beyrut'u anlattığı bölüm, kitap elime geçse defalarca okurum defalarca.

Babasının kıbbesine yazdığı mektup bölümleri bilhassa daha keyifli geldi bana. Aradaki gözümüze gözümüze soktuğu mesajlardan arınsa, yazar hedeflediği siyasi roman konusunda daha başarılı olabilir yargısındayım.

Aşina olduğumuz Ortadoğu da, ne sesler çıkara çıkara olgunlaşıyar da farkında değiliz aslında...

Ağustos 2011 - Dikili.

11 Ekim 2011 Salı

Sevdalım Hayat

Birkaç sene önce kardeşimle annem ve babamın öğretmenler gününü kutlamak için göndermiştik. Ben heves etmiştim onlardan sonra okumaya, lakin araya birşeyler girdi hep. Bu yaz yazlıktan kışlığa minik gezimiz sırasında işte zamanı dedim. Her  zaman çok seviyorum biyografi okumayı. Bu sefer sevdiğim şarkıların oluşum hikayelerini de öğrendim bir yaşamın dehlizleri arasında. Romanlarından daha iyiydi sanki yaşam öyküsü yazarlığı Livaneli'nin. Yer Demir Gök Bakır'ın çekim öyküsünü anlattığı satırlardan sonra filmi tekrar izlemek, Karlı Kayın Orman'ının bestelendiği İsveç ormanlarında yürüyüş sonrası filtre kahve içmek ve de kimseciklerin sürgünlerde olmaması istekleriyle iyi ki de okumuşum dedim.
Herkesin sevdalısı olsun hayat...
2011-Ağustos-Balıkesir

12 Eylül 2011 Pazartesi

Serenad

Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim derler. Ama yakın arkadaşı Yaşar Kemal olan bir insanın daha iyi bir roman yazarı olmasını beklemek gerekmez mi bu durumda;) Romancılığını çok iyi bulmadığım ama pek çok romanını da okuduğum bir yazar Livaneli (Benim nazarımda çok güzel şarkıları var, ordan da kendisinin kuvvetli hatrı). Livaneli'nin son romanını komşumuzun elinde görünce, iki çocukla çok derinlikli şeyler okuma zamanı ve isteği bulamayınca okumaya karar verdim. Akıp giden bir roman, okurken de edebi değerde de. Serenad, Maya'nın gözünden bize yahudi soykırımıyla çerçevelenen bir aşkı anlatıyor. Mavi Alay, Struma gemisi trajedisi, Schubert'in Serenadı gibi pek çok bilgi romana ustaca yayılsa da, pek çok kere de yazar, ben ne de bilgiliyim satırları çarpmış gözümüze. İbni Haldun'un Coğrafya Kaderdir sözünü sayesinde öğrenmem ve keyifli okuma zamanları bu kitabın bende bıraktıkları arasında. 2011 - Dikili - Temmuz.

18 Ağustos 2011 Perşembe

İsim Şehir Hayvan

Baktım gördüm tez ilerlemiyor iki çocukla aralıklarla okuyabileceğim bir şey ne iyi olur diye düşündüm. Komşu teyzeme dedim kitabın bitince gene bana verir misin? Ara ara köşe yazılarını okuduğum Yılmaz Özdil'in kitabımı aldım elimi sıram gelince.

Bana Yılmaz Özdil deseniz, kıvrak dil ve araştırmacılık derim. Röportajında okumuştum, Hürriyet arşivinden faydalanıyormuş. Onu burdan, şunu şurdan alıp birleştirip öyle bir derliyor ki, öyle sürprizlerle çıkıyor ki karşımıza bir tek kader ağlarını örerken yarışabilir onun bu yeteneğiyle.

Bekir Coşkun yok Yılmaz Özdil verelim denebilir dar alanda muhteşem paslaşmalar isteyen okurlara.

Kalemine sağlık ne diyelim usta.


Velev ki mont!

Gümüş yüzüğünü sağ eline takarak Müslüman olduğunu zanneden polislerimiz tarafından… Tekmelene tekmelene burnu kırılan üniversite öğrencisinin adı ne?


Miraç.

*

Kandilde dünyaya gelmiş çünkü.

*

Namazında niyazında babaanne istemiş, evlatlagelin kırmamış, Miraç konmuş torununadı.

*

Anne, ev kadını. Baba, ilkokul mezunu, maden işçisiydi. Zonguldak’ta… Üç kuruş maaşla, hem toprağın yüzlerce metre altından kömür çıkardı, hem de pırıl pırıl üç evlat… Üçüne deüniversite okuttu; büyük oğlan Sakarya Üniversitesi’nde otomotivi bitirdi, büyük kız GaziÜniversitesi moda tasarımından öğretmen çıktı, küçük oğlan endüstriyel teknoloji okuyor.

*

Babası maden işçisiydi diyorum, çünkü rahmetli oldu. Hastaydı, halsizdi hep… TürkiyeTaşkömürü Kurumu tarafından defalarca hastaneye gönderildi, her defasında “Turp gibisin” dendi… Turp gibi olmadığını biliyordu ama, emekliliğine günler kalmıştı, sıktı dişini… Emekli oldu, üç ay sonra kanserden gitti. Yıllardır yuttuğu kömür tozu akciğerlerinibitirmekle kalmamış, çoktan bütün vücudunu sarmıştı. Emekli maaşı henüz bağlanmadan, toprağa verildi. Eşi alıyor şimdi o maaşı, 400 küsur lira… Miraç o parayla okuyor,Ankara’da.

*

24 yaşındaki bu delikanlıyla konuştum dün telefonda… “Ağabey, sordun anlatayım ama, yazma bunları lütfen, kendimizi acındırıyormuş gibi olmayalım” dedi.

*

Burnu unufak…
Onuru granit gibi.

*

“Annen?” dedim.
“Ağlıyor” dedi.

*

“Analar ağlamasın hükümeti” okusun diye yazıyorum bunları.

*

Gazeteciliğe polis muhabiri olarak başladım, 26 senedir gördüğüm, takip ettiğim örgüt’ün haddi hesabı yok; kaba tabirle bi kulağımızın arkası kaldı… Bu çocuklar onlardan değil.

*

Sizin çocuklarınız.

*

Burnu kırılan sizsiniz.

*

Zaten o nedenle, hiçbirinin sabıka kaydı çıkmadı. O nedenle, hâkim tarafından “suç muçyok, polise mukavemet de yok” diye serbest bırakıldılar.

*

Peki dayak niye?

*

İşte onu da, bu memlekette eğitim bakanlığı yapan, AKP Genel Başkan Yardımcısısöyledi… “Bu işi meslek haline getirmiş öğrenciler var, bakın bunların giydiği montlar bile aynı” dedi!

*

Halbuki ne diyorlardı düne kadar… “Kılık kıyafeti yüzünden hiçbir öğrenci kapı dışarıedilemez, devlet kılık kıyafetle uğraşmaz, öğrencinin kılık kıyafetiyle uğraşmaya kimsenin hakkı yoktur, kabileler bile kılık kıyafet ayrımı yapmaz” demiyorlar mıydı?

*

E haliyle… Şimdi çıkıp, daha önce söylediğine benzer bi cümle kurmasını bekliyoruz sayınbaşbakanımızdan: “Velev ki, siyasi simge olarak mont giydiğini düşünün… Suç sayabilir misiniz? Özgürlükler noktasında, dünyanın hangi ülkesinde böyle bir suç var?”

27 Haziran 2011 Pazartesi

Küçük Prens

Komşumuzun elinde gördüm Küçük Prens'i. Ben hiç okumadım dedim (ben de okuyayım mıııı demek yerine). Kısa süre sonra kitabı bitirip bana getirdi. NE'yi derin uykulara daldırırken bitirdim. Kendi kendime çocuklarımın düş dünyalarını yıkmam umarım diyerek.

Kimselerin olmadığı gezegende kral küçük prensi yargıç yapmak istediğinde ama burada yargılayacak kimse yok ki diyor küçük prens, kral da kendini yargıla o zaman diye cevap veriyor ve ekliyor en zoru budur.

Eğer büyüklere, “güzel bir ev gördüm, kırmızı tuğlalı: pencerelerinden sardunyalar sarkıyor, damında ise kumrular var” derseniz, nasıl bir evden söz etmekte olduğunuzu bir türlü anlayamazlar. Ne zaman ki onlara, “yüz milyonluk bir ev gördüm” dersiniz, işte o zaman size, “oo, ne kadar güzel bir evmiş!” derler gözlerini koca koca açıp.
(s19-20).

İnsanın belli alışkanlıları olmalı. Alışkanlıklardır bir günü diğerinden, bir saati ötekinden farklı kılan (s.70).

Yazar kendi suluboya resimleriyle canlandırmış küçük prensini de.

Çocuk kitabı olarak bilinir, o bir şapka değil, fili yutmuş boa yılanı hiç unutmayın, çok büyümeyin olur mu? Böylelikle hep sizin kitabınız kalabilir küçük prens.

2011- Dikili - haziran..

28 Nisan 2011 Perşembe

Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar...

Ursula K. Le Guin'in bu kitabından alıntıya Bir Dolap Kitap'ta rastlamış ve ilgimi çekmişti. Hemen Ursula'nın tarzına düşkün arkadaşımdan kitabı ödünç vermesini rica ettim. 12 denemeden oluşan kitapta, Ursula Teyzem kahvesini içiyormuş da, ben de oturmuşum dizinin kenarcığına dinliyormuşum etkisi vardı. Balıkçı kadının kızı da tam benim düştüğüm tarz. Arkadaşımla keşisim kümesinde de olsa Ursula'da buluşmak güzel... Denemedeki “Ya kitap ya bebek” ve okuma süremin hamileliğime denk gelmesi daha da sorgulattı (oturup yazabilme süremse kızımın 2. ayını doldurduğu bu güne denk geldi). İyi oldu da okudum, Ursula ile tanıştım.

8 Temmuz 2010 Perşembe

İlişkiler

Erhan Bener'den Oyuncu'yu okuduktan sonra, biraz daha Bener okuması yapmak istedim. İlişkiler hem de Orhan Kemal Roman ödülü almış bir kitap olmasına rağmen, Oyuncu'dan sonra iyi gitmedi. Hani en sevdiğiniz yemeği en son yiyip damağınızda onun tadı kalsın istersiniz ya. Oyuncu'nun tadını silip, kendi sıradan tadını bıraktı.

Muzaffer Bey, karısı Zehra Hanım, oğlu İhsan, yeğen ve yanlarında büyüyen Hümeyra ve arkadaş İhsan Bey'in ilişkilerini bir hastahane odasındaki birkaç gün içerisinde anlatıyor İlişkiler.

Kitabın adı İlişkiler olunca, yazarın Oyuncu'daki karakter yaratma becerisi ön verisiyle belki de çok beklenti içine girdim. Daha derinlikli ilişki analizleri bekledim. Bu anazlileri yakaladığımda genelde oburca okuyorum. Heveslenmem bundandı belki de.

Hele hele kitabın bitiş kısmı bana fazlasıyla, ilkokul temsili görüntüsü çizdi.

Gene kurgu açısından sağlam. Belki de bu sağlamlık nedeniyle daha fazla şaşırtmaca bekliyor, çok sıradan buluyorum bitişi.

Kitapla ilgili övgümse, kadın karakterler genelde siyasi görüşlerini sevgilileriyle kocalarıyla geliştirirler. Bu kitapta ise kadın, oldukça birikimli ve erkek karakterlerin siyasi gelişimlerine katkıda bulunuyor.

1984

Bir hayalgücü ustasının kitabını okudum. Uzun bir zaman diliminde. Başladım. Anne, baba varlığının tadını çıkarmak için ara verdim. Eskişehir'e gidip gelirken masmavi göğe yayılmış beyaz bulutları görmenin keyfi ve kitabın keyfi birbirine karıştı. Ve en sonunda bitirdim 1984'ü. Beğendim. Çok beğendim. Arkadaşımdan ödünç almıştım. Kütüphanemde olmalı dedim.

Orwell'in "The Last Man in Europe", ismiyle yazdığı fakat yayıncısının 1984 olarak ismini değiştirip bastığı kitap. 1949 yılında yazılan kitap, büyük birader ve düşünce polisi gibi kavramların da isim babası.

Tarih tekrar tekrar yazılarak ve dilin içi boşaltılarak, bireyler hiçleştirilmektedir (Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, neler yapmaktasınız?). Ana babasını ihbar eden çocuklar, çocuklarının casusluk yetenekleriyle gurur duyan ana babalar , sürekli kişileri izleyen, gözleyen tele ekranlar, hatta akıldan geçenlerin yüzdeki yansımalarını inceleyen uzmanlar, bir fincan kahveye hasret kalış (pek fena), buharlaşan ve sanki hiç yaşamamış insanlar, iki kere ikinin büyük birader isterse beş edebilmesi...Tüm bunlar olurken hiç uyanmayan proleterya...

Sanal düşmanlar yaratılıyor. Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya ile şavaşıyor. Kimi zaman biriyle kimi zaman diğeriyle. Düşman değiştikçe tüm kaynaklar da hızla değişiyor. İç düşmansa parti karşıtı Kardeşlik Örgütü.

Winston Smith, Doğruluk Bakanlığı'nda özel bir borudan, ona gelen notları eski verilerin ve bilgilerin yerine yazarak tarihi değiştirmektir. Birgün antika eşyalar satan bir dükkandan, yaprakları yumuşacık bir defter (bu yumuşacıki tertemiz defterler hangimizde yazma isteği uyandırmaz ki?) ve mürekkepli kalem alıp, tele ekrandan saklanarak günlük tutmaya başlar. Bunlar yetmez gibi Julia'ya aşık olur. Antika dükkanın üstündeki odaya kiralayıp burada buluşurlar. Tele ekrandan uzak... O'brien'ın da Kardeşlik Örgütü'nden olduğuna inanırlar. O'Brien'in verdiği kitabı okurken, tele ekransız olduğunu sandıkları odada pek çok gerçek ve düşünce polisiyle karşılaşırlar. Yakalanma sonrasında, Sevgi Bakanlığı'nda süren sorgusunda Winston'ın düşüncelerini değiştirirler. Ama duygularını değiştiremediklerini gördüklerinde, meşhur 101 nolu odaya alırlar. En büyük kabusu farelerle baş başa bırakmak üzereyken, beni değil Julia'yı parçalasınlar diyerek, düşüncelerini de teslim eder Winston.

Kitapta hoşuma giden kurgulardan biri de Yenikonuş, parti tarafından geliştirilen bir dil. Kelime haznesi ne kadar geniş olursa düşünce evreni de o kadar geniş olurdan yola çıkarak kelime sayısının azaltılması hedefleniyor yenikonuşta. İyi var ama kötü yok. İyi değil var. Mükemmel, yok çokiyi var.

Bir düşman yarat, dilin ve tarihin içini boşalt, gözle, denetle, yönlendir. Bu kitap 1949'da mı yazılmıştı?

Kitaptan:
SAVAŞ BARIŞTIR ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR BİLGİSİZLİK KUVVETTİR. yazar Okyanusya'nın Bakanlıklarında.

Bilinçleninceye dek başkaldıramayacaklar, başkaldırmazlarsa da hiçbir zaman bilinçlenemeyecekler.

Geçmişi denetleyen geleceği, şimdiyi kontrol eden geçmişi kontrol eder

20 Mayıs 2010 Perşembe

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Fil Uçuşu'nda, sonrasında da Oray Eğin'in yazısında kitapla ilgili okumuştum. Çok merak ediyordum. Ama elimde bekleyen çok kitap var diye çok da oralı olmuyordum. Ta ki, arkadaşım için verdiğimiz siparişten hemen sonra kütüphane haftası nedeniyle yüklü bir indirim alıp arkadaşımın bir kitabı da sen seç demesini fırsat bilene kadar.

Ödünçcü insan oldum bu ara. Kitaplığımızın giderek genişleyen boyutları ve kitap harcamalarımızın oluşturduğu kalemdeki irilik, bu yöne itiyor beni. Çok beğendiklerimi edinme kararıyla beraber uygulamama devam ediyorum.

Romanda Oskar'ın hikayesinden çok büyükanneli, büyükbabalı bölümlerden etkilendim.

Kitaptan:
"Dünyayı kurtarmak isterdi babam. Öyle biriydi. Ama ailemizi tehlikeye atmazdı. Öyle biriydi. ... O kış saçları beyazlamıştı. Kar sanmıştım ben. Her şeyin iyi olacağına söz vermişti. Çocuktum ama herşeyin iyi olmayacağını biliyordum. Bunu bilmem babamı yalancı yapmadı. Babam yaptı." (s.208).

Kitabın sonu ikiz kulelerden atlayan insan görüntüsüyle son buluyor. Hiç bir zaman insanlar çaresiz kalmasın, kaldıklarını sandıklarında çare sizsiniz diyen yalancı olmayan baba olanlarla karşılaşsınlar.

Kitap sonrası,
Savaş olmasın, hiç bir çocuk babasız kalmasın istiyorum.
Tekrar New York'a gitmek. Central Park'ta dolanmak istiyorum.
Botlarım hiç ağırlaşmasın istiyorum.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Ahh Türkan ahhh...


Bu okuyup, düzenli yazmadığım için arada kaynayan kitap. Türkan Saylan hiç arada kaynayacak kadın mı sarıçizmeli!

Daha önceki Türkan Saylan kitaplarından sonra, isteksizmiş Ayşe Kulin farklı bir şey yapamama endişesiyle. Sonra Türkan Hanım'In arkadaşı Gökşin'le mektupları ortaya çıkınca yazmaya başlamış kitabı. Beni de okurken bu mektuplaşmalar çok etkiledi.

İnandığı uğurda çabaları sonsuz Türkan Saylan'ı zaten biliyordum da, cüzzamı, cüzzamı yok etmek için yaptıklarını, cüzzamı yenen kadının geleneksel türk erkeği karşısında yenilmesini, oğullarına babalarını kızdırmamaları için verdiği salıkları, eski kocasına taktik oyunlarını, ilk aşkını, aşkın aslında dostluk olduğunu, hastalığının ortaya çıkışında Erkan Topuz'dan tedavi görmesini, iyileşen cüzzam hastalarına iş bulmasını, "gavur" olan annesinin ibadetlerini kitaptan öğrendim.

Oğullarının isimleri Çınar ve Çağlayan. Şimdilerde pek moda olan Çınar ismi yıllar öncesinde çok farklı bir isim. Bazı kadınlar nasıl da güzel başarıyor nadir kullanılan güzel isim bulma işini.

Gider ayak yaşadıkları hep aklımda, yaşadıklarıysa modelim olacak Türkan'ın mekanı cennet olsun.

10 Mart 2010 Çarşamba

Eldivenler Hikayeler

Murathan Mungan'la Yüksek Topuklarla tanışmıştım. Çok başarılı bulduğum bir romandı. Gözlem gücüne hayret etmiştim. KArakterleri için aaa bu bizim X diyebiliyordum. Sonra Kadından Kentler'i okudum. Beğendim. Eldivenler Hikayeler'i de merak ediyordum. Bir arkadaşımdan ödünç aldım. Bir Eskişehir iş seyahatı sırasında hızlı trende okudum.

Bence en başarılı hikayesi Geçici Kesinlikler'di. Son hikayesi beni bambaşka bir nedenle daha sardı ki, bu bende gizli kalsın, okuyup da merak edip de bana soran olursa söylerim:P