18 Ağustos 2011 Perşembe

İsim Şehir Hayvan

Baktım gördüm tez ilerlemiyor iki çocukla aralıklarla okuyabileceğim bir şey ne iyi olur diye düşündüm. Komşu teyzeme dedim kitabın bitince gene bana verir misin? Ara ara köşe yazılarını okuduğum Yılmaz Özdil'in kitabımı aldım elimi sıram gelince.

Bana Yılmaz Özdil deseniz, kıvrak dil ve araştırmacılık derim. Röportajında okumuştum, Hürriyet arşivinden faydalanıyormuş. Onu burdan, şunu şurdan alıp birleştirip öyle bir derliyor ki, öyle sürprizlerle çıkıyor ki karşımıza bir tek kader ağlarını örerken yarışabilir onun bu yeteneğiyle.

Bekir Coşkun yok Yılmaz Özdil verelim denebilir dar alanda muhteşem paslaşmalar isteyen okurlara.

Kalemine sağlık ne diyelim usta.


Velev ki mont!

Gümüş yüzüğünü sağ eline takarak Müslüman olduğunu zanneden polislerimiz tarafından… Tekmelene tekmelene burnu kırılan üniversite öğrencisinin adı ne?


Miraç.

*

Kandilde dünyaya gelmiş çünkü.

*

Namazında niyazında babaanne istemiş, evlatlagelin kırmamış, Miraç konmuş torununadı.

*

Anne, ev kadını. Baba, ilkokul mezunu, maden işçisiydi. Zonguldak’ta… Üç kuruş maaşla, hem toprağın yüzlerce metre altından kömür çıkardı, hem de pırıl pırıl üç evlat… Üçüne deüniversite okuttu; büyük oğlan Sakarya Üniversitesi’nde otomotivi bitirdi, büyük kız GaziÜniversitesi moda tasarımından öğretmen çıktı, küçük oğlan endüstriyel teknoloji okuyor.

*

Babası maden işçisiydi diyorum, çünkü rahmetli oldu. Hastaydı, halsizdi hep… TürkiyeTaşkömürü Kurumu tarafından defalarca hastaneye gönderildi, her defasında “Turp gibisin” dendi… Turp gibi olmadığını biliyordu ama, emekliliğine günler kalmıştı, sıktı dişini… Emekli oldu, üç ay sonra kanserden gitti. Yıllardır yuttuğu kömür tozu akciğerlerinibitirmekle kalmamış, çoktan bütün vücudunu sarmıştı. Emekli maaşı henüz bağlanmadan, toprağa verildi. Eşi alıyor şimdi o maaşı, 400 küsur lira… Miraç o parayla okuyor,Ankara’da.

*

24 yaşındaki bu delikanlıyla konuştum dün telefonda… “Ağabey, sordun anlatayım ama, yazma bunları lütfen, kendimizi acındırıyormuş gibi olmayalım” dedi.

*

Burnu unufak…
Onuru granit gibi.

*

“Annen?” dedim.
“Ağlıyor” dedi.

*

“Analar ağlamasın hükümeti” okusun diye yazıyorum bunları.

*

Gazeteciliğe polis muhabiri olarak başladım, 26 senedir gördüğüm, takip ettiğim örgüt’ün haddi hesabı yok; kaba tabirle bi kulağımızın arkası kaldı… Bu çocuklar onlardan değil.

*

Sizin çocuklarınız.

*

Burnu kırılan sizsiniz.

*

Zaten o nedenle, hiçbirinin sabıka kaydı çıkmadı. O nedenle, hâkim tarafından “suç muçyok, polise mukavemet de yok” diye serbest bırakıldılar.

*

Peki dayak niye?

*

İşte onu da, bu memlekette eğitim bakanlığı yapan, AKP Genel Başkan Yardımcısısöyledi… “Bu işi meslek haline getirmiş öğrenciler var, bakın bunların giydiği montlar bile aynı” dedi!

*

Halbuki ne diyorlardı düne kadar… “Kılık kıyafeti yüzünden hiçbir öğrenci kapı dışarıedilemez, devlet kılık kıyafetle uğraşmaz, öğrencinin kılık kıyafetiyle uğraşmaya kimsenin hakkı yoktur, kabileler bile kılık kıyafet ayrımı yapmaz” demiyorlar mıydı?

*

E haliyle… Şimdi çıkıp, daha önce söylediğine benzer bi cümle kurmasını bekliyoruz sayınbaşbakanımızdan: “Velev ki, siyasi simge olarak mont giydiğini düşünün… Suç sayabilir misiniz? Özgürlükler noktasında, dünyanın hangi ülkesinde böyle bir suç var?”